Rahibelerin Kuzusu: Masumiyet mi, Zulüm mü? Şok Detaylar!
Gündem

Rahibelerin Kuzusu: Masumiyet mi, Zulüm mü? Şok Detaylar!


07 October 20255 dk okuma58 görüntülenmeSon güncelleme: 06 December 2025

Avusturya kilisesinin asırlardır sürdürdüğü bir gelenek, hayvanseverlerin tepkisini çekiyor. Rahibelerin kuzuları kurban etme ritüeli, masumiyetin sembolü mü, yoksa hayvanlara karşı bir zulüm mü? İşte detaylar...

Burgaz Adası'ndaki Tarihi Kilise

Türkiye ile Avusturya arasındaki ilişkilerde inişler ve çıkışlar yaşanmış olsa da, Osmanlı İmparatorluğu döneminde iki ülke arasında güçlü bağlar bulunmaktaydı. Bu bağların bir nişanesi olarak, padişah tarafından Burgaz Adası'nda Avusturya kilisesine geniş bir arazi tahsis edilmişti. Bu sayede Burgaz Adası'nın demografik yapısı zenginleşmiş, adada yaşayan Avusturyalılar kendilerini adeta Trieste'de gibi hissetmişlerdi. Hristos Tepesi'ne yakın bir konumda bulunan ahşap manastırda rahipler zeytin yetiştirirken, rahibeler de bostancılıkla uğraşıyorlardı. Burgaz'ı sayfiye yeri olarak seçen Katolikler, Sankt Georg şapelinde Pazar günleri dini vecibelerini yerine getiriyorlardı. Özellikle 15 Ağustos'ta kutlanan Meryem Ana yortusu, farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği renkli bir buluşmaya dönüşüyordu.

Çocukluğumda annemin ve teyzemin rahibelerin ineklerinden süt aldıklarını duyardım. Ben ise adada yaşayan son iki rahibeyle yakın ilişki kurduğum için kendimi şanslı hissederim. Günümüzde "altı numara" olarak bilinen plajın başındaki "deniz banyosu" binasının altından denize giren rahibeleri hatırlıyorum. Artık adada rahibe kalmamış olsa da, Ermenice adıyla "marabet" olarak bilinen din görevlilerinin bazılarını Rum Ortodoks mezarlığında ziyaret edebilirsiniz. Vatikan ile Patrikhane arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmasa da, Katolik veya Protestan olsanız bile Burgaz'ın mezarlığında size ayrılmış bir köşede yatmanız mümkün.

Kuzuların Acı Kaderi

Roma'daki Azize Çeçilya (Santa Cecilia) manastırına getirilen iki kuzu için düzenlenen tantanalı tören, hayvan hakları savunucularının tepkisini çekiyor. Henüz annelerinden yeni koparılmış bu masum kuzular, altıncı yüzyıldan beri Papa ve metropolitlere tahsis edilen yün kuşakların yapımında kullanılacak yünün kaynağı olacaklar. Yemyeşil yamaçlarda otlarken birdenbire kendilerini kapalı bir mekânda bulan kuzular, annelerinin yerine rahibe Rosaria'nın biberonla içirdiği süte alışmaya çalışıyorlar.

Venedik Film Festivali'nde gösterilen "Tanrı'nın Kuzusu (Agnus Dei)" adlı belgesel, bu mahrem ritüeli gözler önüne seriyor. Yönetmen Massimiliano Camaiti, belgeselin kiliseye gölge düşürdüğü yönündeki eleştirilere rağmen, hayvan hakları konusundaki hassasiyetin artmasıyla birlikte bu uygulamanın sorgulanmaya başlandığını belirtiyor. Belgeselde, kuzuların başlarına yapma çiçeklerden taçlar takılarak sepete yerleştirildiği ve uzun bir yolculuktan sonra rahibelere teslim edildiği görülüyor. Ayin sırasında rahatsızlıklarını dile getirmek için meleyen kuzulardan biri, manastırın avlusunda serbest bırakıldığında adeta yeni doğmuş gibi sendeliyor. Ancak kısa süre sonra, manastırdaki ömürlerinin çoğunda olduğu gibi kapalı bir mekâna hapsediliyorlar.

Rahibelerin Yaşamı ve Kuzuların Sonuçları

Azize Çeçilya manastırında rahibelerin sessiz, huzurlu ve ruhani bir atmosferde ütü yaptığını, yemek pişirdiğini, kitap ciltleri tasarladığını, dini hediyelik eşyalar ürettiğini ve bahçeden narenciye topladığını görüyoruz. Arada sırada çalan çanlar ve koro halinde söylenen ilahiler, manastırın atmosferini daha da yoğunlaştırıyor. Ancak radyodan yapılan yayında Papa Francisco'nun hastalığı hakkında da bilgi veriliyor. Rahibelerin yemekhanede topluca yemek yeme ritüeli ise dikkat çekici bir detay olarak öne çıkıyor.

  • "Din değiştirmek için mucize beklemenize gerek yok, yüreklerinizi Tanrı'nın kelamına açmanız yeterli"
  • "İnsan kalbinin her eğilimi ergenlikten itibaren kötüdür…"

Radyodan duyulan bu dini mesajlar, rahibelerin yaşam felsefesini yansıtıyor. Papa Francisco'nun vefatının ardından kısa süreli bir yas tutuluyor ve ardından rahibeler disiplinli bir şekilde işlerine geri dönüyor. Kuzular ise büyümeye devam ediyor. Sonunda, beyaz kuzular koyunlara dönüşürken, erkek bir görevli tarafından kolaylıkla yakalanıp kırkılıyor. Elde edilen yün, rahibeler tarafından beyaz kuşaklara dönüştürülüyor. Saflığın sembolü olan kuzular, büyük bir ihtimalle doğal ortamlarına geri bırakılıyor ve rahibeler de Roma'daki manastırda rutin yaşamlarına devam ediyorlar.

Bu olay, dini ritüellerin hayvan hakları ile nasıl çatışabileceği sorusunu bir kez daha gündeme getiriyor. Kuzuların kaderi, masumiyetin sembolü olarak mı yoksa bir zulmün parçası olarak mı değerlendirilmeli? Bu soru, vicdanları meşgul etmeye devam ediyor.