
Hristiyan Siyonizmi: İsrail'in Gizli Mimarları Kim?
Siyonizm, genellikle Yahudiler tarafından desteklenen bir hareket olarak bilinir. Ancak, Yahudi olmayanların Siyonizm'e verdiği destek çoğu zaman göz ardı edilir. İsrail Devleti'nin kuruluşu, Siyonist liderlerin siyasi ve diplomatik becerilerine bağlanır. Balfour Deklarasyonu'nun ilanı, Chaim Weizmann'ın kararlılığının bir zaferi olarak görülür. Peki, Hristiyan Siyonizmi'nin bu süreçteki rolü neydi?
İsrail'in Temelini Atan Mitolojik Arka Plan
Yahudi olmayan Siyonist geleneği, siyasi Siyonizm'in ortaya çıkışından çok daha eskiye dayanır. Bu geleneğin temelleri, 16. yüzyıldaki Protestan Reformu esnasında ortaya çıkan mitlere dayanır. Bu mitler, siyasi Siyonizm'in iç mantığını oluşturan inanç kalıplarıyla örtüşür. Bu inanç kalıpları; seçilmiş halk miti, Ahit miti ve Mesih'in geri gelişi mitidir. Hristiyan Siyonizmi, Rönesans ve Reform hareketlerinin modern Avrupa tarihinin temellerini attığı dönemde belirgin bir form kazanmaya başlar. İncil metinlerine ve yorumlarına duyulan ilgi, Yahudilere ve Filistin'e dönüşlerine olan ilgiyi de beraberinde getirir.
Roma Katolik Kilisesi, Tevrat ve İncil'i sembolik yorumlar üzerinden değerlendirir. Bu yorum biçimi, teolojik okumanın resmî ve meşru yolu olarak kabul edilir. Eski Ahit'te geçen Yahudilerin Filistin'e dönüşüne dair kehanetler, tarihsel olarak çoktan gerçekleşmiş ve bir daha tekrarlanmayacak olaylar olarak düşünülür. Filistin, bir Yahudi yurdu olarak değil, Hz. İsa'nın yaşadığı kutsal topraklar olarak görülür.
Katolik Geleneğe Galebe Çaldı
Filistin ve Kudüs'ü, Hristiyanlar için yeniden siyasi ilgi odağı hâline getiren en büyük etkenlerden biri de Müslümanların Filistin'i fethiyle başlayan Haçlı Seferleri olmuştur. Bu seferlerin hedefi, yalnızca Müslümanlardan değil aynı zamanda -Yahudiler de dâhil olmak üzere- bütün kâfirlerden kutsal toprakları geri almaktı. Zira Yahudiler, kutsal topraklara dönmesi gereken seçilmiş bir halk olarak görülmüyordu. Aksine genellikle Hristiyanlık karşıtı sapkınlar olarak değerlendiriliyor, hatta Hz. İsa’nın katilleri olarak tarif ediliyorlardı.
Protestan Reformu, Hristiyanlık ile Yahudilik arasındaki ilişkiler açısından büyük bir dönüm noktasıydı. Reform'un getirdiği yeni teolojik bakış, Katolik geleneğin Yahudi karşıtı tutumuna karşı radikal bir tezat oluşturmuştu. İngiliz tahtına oturan reform yanlısı Oliver Cromwell'in, yaklaşık 350 sene boyunca İngiltere'ye girmeleri yasaklanan Yahudileri, 1656 senesinde yayımladığı bir fermanla ülkeye kabul etmesi büyük bir etki uyandırmıştı.
İncil artık sadece din adamlarının değil, sıradan halkın da erişimine açıktı. Ve herkes kendince İncil'den anlam çıkarma özgürlüğü kazanmıştı. Reformcuların bu tutumu, Yahudi tarzı bir okuma biçimini de benimsemeleri anlamına geliyordu. İsrail'in ilk başbakanı David Ben-Gurion, İncil'in Yahudilerin Filistin'e dair kutsal tapu senedi olduğunu söyleyecekti.
Kutsal Toprakların Manası Değişti
İncil'in bu yorumu, Batı dünyasında Yahudi tarihi ve Filistin coğrafyasına yönelik bilgi ve farkındalığı da arttıracaktı. Artık Protestan halk, Eski Ahit karakterlerine günlük hayat kadar aşinaydı. Hz. İsa da artık sadece Hz. Meryem'in oğlu değil, İbrani peygamberler silsilesinin bir üyesi olarak görülüyordu. Filistin, seçilmiş Yahudi halkının evi olarak görülmüş, hatta bu bağ, Protestan ilahileri, duaları ve çocuklara verilen isimlerde bile kendini göstermişti.
Protestan Reformu yalnızca teolojik bir devrim değil, aynı zamanda Yahudi tarihinin yeniden inşası anlamına da geliyordu. Filistin, Yahudi halkının varlığına indirgenmiş, diğer halklar, medeniyetler ve dönemler tamamen göz ardı edilmişti. Batı dünyasındaki insanlar da artık Filistin'i, yalnızca Eski Ahit'te yer alan efsaneler, tarihî anlatılar ve mitlerle tanımaya başlamıştı.
Hristiyan Siyonizmi'ni besleyen en önemli unsurlardan bir diğeri de İbraniceye verilen büyük önemdi. Protestanlar için Tanrı'nın sözü hatasızdı ve bu sözün en saf hâli İbranice metinlerde bulunuyordu. Artık teoloji öğrencileri Eski Ahit'i orijinal diliyle okuma ihtiyacı duyuyor, harıl harıl İbranice öğreniyorlardı.
Püritenlik, Protestanlığın en radikal biçimini temsil ediyordu ve doğrudan Kalvinizm'in mirasçısıydı. Genel eğilimi, Hristiyan ahlakını terk edip yerine Yahudi alışkanlıklarını koymaktı. Çok geçmeden, Yahudilerin Filistin'e dönüşünü savunan örgütlü Püriten hareketleri de ortaya çıkacak ve gittikçe güçlenecekti.
Erken dönemdeki Hristiyan Siyonist hareketler, sadece dinî fanatik kişilerle sınırlı kalmadı. Aksine İngiltere, Hollanda, Almanya, İskandinavya ve Fransa gibi farklı bölgelerdeki çeşitli Hristiyan düşünürler ve dinî liderler aracılığıyla daha da yaygınlaştı. Theodor Herzl, 1897 senesinde İsviçre'nin Basel şehrinde 1. Siyonist Kongre'yi topladığı zaman salonda yalnızca Yahudiler değil Hristiyanlar da vardı. Winston Churchill ya da Balfour Deklarasyonu'na adını veren Lord Arthur Balfour, su katılmamış birer Hristiyan Siyonisttiler.
Hristiyan Siyonizmi, İsrail'in kuruluşuna giden yolda çok büyük bir güç olmuştur. Bugün ise Donald Trump gibi aktörler vasıtasıyla sahnede var olmaya devam ediyor. Hristiyan Siyonizmi'nin kökenleri ve etkileri, günümüz siyasetini anlamak için önemli bir perspektif sunuyor.